Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

I.MEHMED (ÇELEBİ) DÖNEMİ

I.MEHMED ( ÇELEBİ ) DÖNEMİ   Fetret Devri'nin ardından, Bursa ve Edirne'yi yeniden kendi hükümranlığı altında birleştirmeyi başaran I.Mehmed, başlıca amacı olan Osmanlı Devleti'ni babasının dönemindeki gibi yeniden ihya etmek için hayli çaba sarf etti. Çoğu defa da karşılıklı dengeleri ustaca gözeten nazik ve ölçülü bir siyaset izlemeyi tercih etti. 1413'te Edirne'de kabul ettiği Bizans, Sırbistan, Eflak, Mora Despotluğu ve Atina Prensliği gibi tabi devletlerin elçilerine dostluk ve barış sözü vererek iktidarının çatışmadan mümkün olduğunca uzak kalmaya yönelik arzusunu beyan etti.    Cenevizler ve Rodos Şövalyeleri ile anlaşma yoluna gitti. Germiyan ve Menteşeoğulları ile de belirli bir mutabakat sağladı. Karaman kuvvetlerini yenilgiye uğratan Osmanlılar, Konya'yı kuşatma altına aldı. Karamanoğulları, yapılan antlaşmayla Hamid-ili ve Said-ili topraklarını Osmanlılara bırakmaya razı oldu. Osmanlı deniz gazileri, 1415'te Ege Denizi'nde Venedik

I.BAYEZİD (YILDIRIM) DÖNEMİ

I.BAYEZİD ( YILDIRIM )   Osmanlı sultanlarının dördüncüsü, Sultan Murad-ı Hüdavendigar'ın oğlu olup, 1360'ta Orhan Gazi vefat ettiği sırada, Gülçiçek Hatun'dan doğru. Şehzade Bayezid, küçük yaştan itibaren zamanın en mümtaz alimlerinden olan Bursa Kadısı Koca Mahmud, Kazasker Çandarlı Halil ve Karamanlı Molla Rüstem'den ilim öğrendi. 1389'da yapılan I.Kosova Savaşı'na katılarak Şehzade Yakub ile büyük kahramanlık gösterdi. Babası I.Murad ( Hüdavendigar), bir Sırplı tarafından muharebe sahasında şehid edilince, devlet ileri gelenlerinin müşterek kararı ile Osmanlı tahtına çıktı. Bayezid Han Tahta Çıktıktan Sonra Ne Yaptı ? (Aşık Paşazade Tarihi)   Bayezid Han tahta oturunca Sırp ülkesine Kıratova yöresine ve bütün civarlarıyla Üsküp'e İshak Bey'in efendisi olan ve babasını aratmayan Paşa Yiğit Bey'i, Vidin'e ise Firiz Bey'i gönderdiler. Kısacası Sırp vilayetinin büyük kesimini idaresi altına alıp sonunda saadet ve gönül hoşluğuyla

I.MURAD (HÜDAVENDİGAR) DÖNEMİ

I.MURAD ( HÜDAVENDİGAR )   Osmanlı padişahlarının üçüncüsü, veli ve ahi şeyhi. Orhan Gazi'nin oğlu olup, Osman Gazi'nin vefat ettiği ve Bursa'nın fethedildiği sene olan 1326'da Nilüfer Hatun'dan doğdu. I.Murad, Orhan Gazi'nin altı oğlundan ikincisiydi. Aynı anneden olan ağabeyi Rumeli fatihi Süleyman Paşa'nın bir av sırasında attan düşerek ölmesi ona saltanat yolunu açmıştı. Ağabeyi Süleyman Paşa'nın yerine geçtikten sonra başarılı faaliyetler yürüten I.Murad, babasının 1362'de ölümünden sonra Osmanlı tahtına geçti   Anadolu ve balkanlarda giriştiği faaliyetlerle Osmanlı Beyliği'ni bir devlet haline getiren I.Murad döneminde yeni ihtiyaçlar, askeri sistemin düzenlenmesine ve devlet teşkilatında önemli değişikliklere yol açmış, merkezi bir yapının temelleri atılmıştı.   I.Murad tahta geçince Ankara'nın geri alınmasıyla meşgul oldu. Bu durumdan istifade eden Bizans, Osmanlılar'ın elinde bulunan Çorlu, Burgaz ve Malkara gibi yerl

KÖPRÜLÜ MEHMED PAŞA

KÖPRÜLÜ MEHMED PAŞA   Gençliğinde İstanbul'a getirilerek bir müddet sarayda çeşitli hizmetlerde bulunan Mehmed Paşa, geçimsizliği ve serkeşliği yüzünden sipahilik ile taşraya çıkmıştı. Bundan sonra Amasya'ya; "Köprü" kasabasına gidip orada yerleşmiş ve bu yüzden de "Köprülü" olarak anılmaya başlanmıştır. Kendisinin aslen Berat (Arnavut Belgradı) Sancağı'nın   Rudnik Köyü'nden olduğunu söyleyenlerde vardır. Bununla birlikte bazı müverrihler, Mehmed Paşa'nın,sipahi olarak görev yaptığı yıllarda Amasya'ya bağlı olan Köprü ( Vezirköprü ) kazasının voyvodasının kızıyla evlendiğini, bu sebepten ötürü de kendisine "Köprülü" dendiğini rivayet etmektedirler. IV. Murad'ın Bağdat muhasarasına Çorum Sancak Beyi olarak katıldı.   Gürcü Mehmed Paşa'nın sadareti esnasında Valide kethüdası Mimar Kasım Ağa, sadrazamdan memnun olmayan Valide Sultan'a Köprülü'yü tavsiye etmişti, fakat Köprülü kıskançlık yüzünden Köstendil S

MUSTAFA KEMAL'E GELEN HALİFELİK TEKLİFİ

HALİFELİK KALDIRILMADAN ÖNCE MUSTAFA KEMAL'E GELEN HALİFELİK TEKLİFİ   "Efendiler, hilafet makamının korunmasında, dini ve siyasi menfaat ve zaruret bulunduğu inancında olan bazı kimseler, arz ettiğim kararların alınmakta olduğu son dakikalarda, hilafet görevini kendi üzerime almam teklifinde bulundular.   Bu gibilere, hemen gereken ret cevabını vermiştim. Yeri gelmişken başka bir noktayı da arz edeyim. Büyük Millet Meclisi hilafeti kaldırdığı zaman, din bilginlerinden Antalya Milletvekili Rasih Efendi, Kızılay adına, Hindistan'da bulunan bir heyetin başkanlığını yapıyordu. Rasim Efendi Mısır'a uğrayarak Ankara'ya döndü. Benimle görüşmek isteyerek şunları söyledi: " Gezdiği ülkelerde Müslüman halk benim halife olmamı istiyormuş... Yetkili İslam heyetleri, bana bu durumu bildirmek üzere Rasih Efendiyi vekil etmişler." Rasih Efendiye verdiğim cevapta, Müslümanların bana olan bağlılık ve sevgilerine teşekkür ettikten sonra dedim ki: "Zatıali

SÜLEYMAN HÜSNÜ PAŞA

SÜLEYMAN PAŞA   Şıpka kahramanı Süleyman Paşa, Türkçülüğü askeri mekteplere sokmaya çalışıyordu. Süleyman Paşa'nın Türkçülüğüne Deguignes tarihi müessir ( etkili ) olmuştur, diyebiliriz. Çünkü memleketimizde ilk defa olarak Çin membalarına ( kaynaklarına ) istinaden Türk Tarihi yazan Süleyman Paşa, bu eserinde bilhassa Deguignes'yi mehaz ( kaynak ) edinmiştir. Süleyman Paşa, Tarih-i Alemi'nin medhalinde ( girişinde ), bu eseri niçin yazmaya teşebbüs ettiğini izah ederken diyor ki :" Askeri tercümesini mütehassıslara ( uzmanlara ) havale ettim. Fakat, sıra tarihe gelince, bunun tercüme tarikiyle ( yoluyla ) yazdırılamayacağını düşündüm. Avrupa'da yazılan bütün tarih kitapları ya dinimize yahut milletimize dair iftiralarla doludur. Bu kitaplardan hiç birisi tercüme edilip de memleketimizde okutulamaz. Bu sebebe binaen mekteplerimizde okunacak tarih kitabının telifini ben üzerime aldım. Vücuda getirdiğim bu kitapta hakikate mugayir ( aykırı ) hiçbir söze t

YA İSTİKLAL YA ÖLÜM!

YA İSTİKLAL YA ÖLÜM!   Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklale sahip olmakla gerçekleşebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, istiklalden yoksun millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez.   Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Halbuki, Türkün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet, esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir...   O Halde Ya İstiklal Ya Ölüm!  İşte, gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır. Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranacağını farz edelim. Ne olacaktı? Esirlik! Peki efendim. Öteki karalara boyun eğme durumunda sonu

Yeni Atilla

YENİ ATİLLA "Yürü!" Yürü!" gökten bir ses Ey Türk sana bağırır: Yürü! Kasırga ol dağlarda es, Yıldırım ol, saldır yürü! Kaçışıyor düşman geri, Yürü! Yürü! Türk askeri! Süngün senden baskın umar, Atın kişner, ister akın! Kaçıyor Sırp, Yunan, Bulgar; Saldır! Saldır! Durma sakın! Tuttu Garbi öç korkusu, Yürü! Yürü! Türk ordusu! Yine girdik Rumeli'ye, Selam verdi bize dağlar! "Edirne'ye gelin!" diye Bir senedir Meriç ağlar! Kaçışıyor düşman geri,  Yürü! Yürü! Türk askeri, Yol ver bize kara Balkan! Selanik'e varacağız! Al kanları henüz akan Yaraları saracağız! Tuttu Garbi öç korkusu, Yürü! Yürü! Türk ordusu! Yanya gelin, yüzünde tül: Diyor: "Varmam Yunanlı'ya! Arnavut'a vermem gönül, Nişanlıyım Osmanlı'ya! Kaçışıyor düşman geri, Yürü! Yürü! Türk askeri! Manastır'da Türk kızları, Al bayrağa bürünsünler! Hilalleri, yıldızları İle çıkıp görünsünler! Tuttu Garbi öç korkusu, Yürü! Yürü! Türk ordusu! Türk sancağı çekilecek  Biz

Şehitler Abidesi İçin

ŞEHİTLER ABİDESİ İÇİN Gök kubbenin altında yatar, al kan içinde, Ey yolcu, şu topraklar için can veren erler. Allah'ın bu ermiş kulları taş türbeye girmez; Allah'ın rahmetine bürünmüş, yalnız Fatiha bekler.                                     MEHMET AKİF ERSOY                                                   HİLVAN, 27 ARALIK 1924   ŞEHİDLER ABİDESİ İÇİN Gök kubbenin altında yatar, al kan içinde, Ey yolcu, şu topraklar için can veren erler. Hakk'ın bu veli kulları taş türbeye girmez; Gufrana bürünmüş, yalnız Fatiha bekler.                                 MEHMET AKİF ERSOY               HİLVAN, 28 KANUNİEVVEL 1340 KAYNAKÇA Safahat, ZAMAN Gazetesi, 2.cilt, s.959

Leyla

LEYLA "Barındırmaz mısın koynunda, ey toprak? derim "yer pek" Döner, imdadı gökten beklerim, ne yazık ki, "gök yüksek" Bunaldım kendi kendimden zaman ıssız, mekan ıssız; Ne ıssız, kimsesiz yerlerde bir yoldaş, ne karanlıklarda tek yıldız; Yön belirsiz: Sonu gelmeyen duvarları var karşında uzun gecenin Düşer, acılara; kalkar, ümitsizliğe çarpar serseri alnın! Ocaksız, vahalar, çöller; sağır, vadiler, enginler; Aran: Beynin döner boşlukta; haykır: Ses veren cinler! Şu yıkık kubbe, yıllardır, sesten uzak, ışıktan uzak; Allah'ım, yok mu ufuklarında doğan sabaha benzer bir ışık? Ne bitmez bir geceymiş! Neden etmiş Doğu'yu istila? Değil canlar, dünyalar göçtü hayattan, bunun, hala. Kabusu ezer üç yüz elli, dört yüz milyon imanı; Girdabı boğar her dönüşünde milyonlarca serveti! Yüzyıllar var ki bu İslam'ın yurdu her gün çiğnenmekte, Yüzyıllar geçti va'd edilen yarını hala beklemekte! O yarının gelmesini hiç istemem, eğer "mahşer günü&q

1755-1756 Yangınları

1755-1756 YANGINLARI     Bu devirde İstanbul'da büyük tahribat yapan iki yangın çıkmıştır. Bunlardan 27-28 Eylül 1755 gecesi Hocapaşa'da Demirkapı hizasındaki evlerden birinde çıkan yangın, dört kola ayrılarak biri Bahçe Kapısı'na kadar sağı solu, Musinzade sarayını, kale duvarını aşıp Yeşil Kiremidli Camii'ni yakmıştır. Diğer bir kol Paşakapısı ve Terziler Karhanesini ve Defterdar kapısını kül etmiştir. Bir başka kol Divan Yolu'ndan ilerleyerek Mehterhane ve Defterhane'yi yakmıştır. Diğer bir kol ise Mahmudpaşa Çarşısı'ndan Çuhacılar hanını ve bir kol da Ayasofya Çarşısı'nı yakmıştır. Paşakapısı yandığı için yenisi yapılıncaya kadar Kadırga Limanı'nda Esma Sultan Yalısı, Paşakapısı olarak kullanılmıştır.   4-5 Temmuz 1756'da İstanbul'da Cibali kapısı haricinde çıkan bir yangın kollara ayrılarak bir kol Unkapanı ile Süleymaniye taraflarını, diğer bir kol Vefa Meydanı'ndan itibaren ilerleyip Şehzadebaşı ve yeniçerilerin Eski od

1693 Yangınları

1693 YANGINLARI   İstanbul, 1693 Haziranı'nda büyük bir yangınla yeniden karşı karşıya kaldı. Cibali Kapısı'nda Karanlık Mescit denilen yerde çıkan bir yangın, Zeyrek Camii'nden At Pazarı'na kadar yaklaşık 838 ev ile 98 dükkanın yanmasına sebep olmuştu. Bu arada birçok dükkanda tamamen yanıp kül olmuştur.    Çok geçmeden 5 Eylül 1693'de İstanbul, tekrar büyük bir yangın felaketi ile karşı karşıya geldi. Bu yangın, Ayazma Kapısı dışında başlamış ve deniz kenarındaki dükkan ve evleri sağlı sollu yakıp Unkapanı'na sirayet etmiştir. Süratle yayılan yangın, bir kolu Fatih'ten Avrat-Pazarı'na ve diğer bir kolu da Vefa, Şehzadebaşı, Aksaray üzerinden Cerrahpaşa'ya kadar uzanmıştır. Bu büyük yangında 2547 ev, 1146 dükkan yanıp kül olmuştur. KAYNAKÇ.A Prof.Dr. Hakkı Dursun YILDIZ, Doğuştan Günümüze İslam Tarihi 11.cilt, ZAMAN Gazetesi, ÇAĞ Yayınları, İstanbul 1993, s.142

1690-1691 Yangınları

1690-1691 YANGINLARI 1690 yılı Haziranı'nda Eyüp'te çıkan bir yangın, bütün semti yaktığı gibi camide de önemli hasara yol açmıştı. Fakat kısa zamanda semt ve cami eskisinden daha iyi bir hale getirilmiştir.   1691 yılı başlarında İstanbul'u yeni bir yangın tehdit etti. Eminönü'nde Valide Çarşısı denilen Mısır çarşısında çıkan bir yangın, yanlışlıkla söndürülmek için dökülen neft yağı güğümü yüzünden büyüyüp bütün dükkanlara sirayet etti. Dükkanların mahzenlerindeki Hind, Acem, Yemen, Frenk Rum ve Mısır mallarının 6.000 kiselik kısmı yandı. KAYNAKÇ.A Prof.Dr. Hakkı Dursun YILDIZ, Doğuştan Günümüze İslam Tarihi 11.cilt, ZAMAN Gazetesi, ÇAĞ Yayınları, İstanbul 1993, s.93

OSMANLI'NIN HAREM GERÇEKLERİ

HAREM-İ HÜMAYUN   Akkadça'dan Arapça'ya geçmiş bir kelime olan harem, "korunan, mukaddes şey ve yer" manasına gelir. İslamiyetten önceki dönemlerde Ortadoğu'da kurulmuş devletlerde ve İran'da harem kurumuna rastlanır. Harem, Müslüman toplumlara mahsus bir kurum değildir, dünyanın her tarafında değişik din ve medeniyetlerde Harem'e rastlanır. Harem hayatı hakkında hiçbir inceleme yapmamış köşe yazarları, harem kaynaklı olarak tüm Osmanlı'yı aşağılayıp incitiyor; sekiz seneye seksen senelik icraatı sığdıran Yavuz Padişah dahil, neredeyse bütün Osmanlı Padişahlarına "s**s manyağı bir iğrençlik abidesi" süsü veriyorlar! Padişah, haremde yaşayan şehzadeler ve harem ağaları dışında hiçbir erkek buraya giremezdi. Padişahta canı istediği zaman buraya girip karpuz seçer gibi cariye seçemezdi.    Fransız tarihçi Robert Anhegger, 1960 yılında Topkapı Sarayı'nın restorasyon çalışması için Türkiye'ye geldiğinde, Harem hakkında bazı açı

MUSTAFA KEMAL'İN İLK MİSAK-I MİLLİ TASLAĞI

MUSTAFA KEMAL'İN HAZIRLADIĞI İLK MİSAK-I MİLLİ TASLAĞI 19 OCAK 1920 TARİHLİ BELGE   'Altta imza koyan mebuslar, aşağıdaki maddelerde birleşerek, barışın yapılmasına kadar Müdafaa-i Hukuk Grubu namıyla grup teşkil etmişlerdir. Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında 30 Teşrinievvel 1334 ( 30 Ekim 1918 ) tarihli mütarekenin yapılması sırasında sınırlarımız dahilinde kalan ve hükümet-i seniyyenin idaresi altında bulunan ve her noktası İslam çoğunluğuyla meskun olan memleketlerin heyet-i umumiye'si fiili ve hükmi hiçbir sebeple ayrılma kabul etmez, bölünmez bir bütündür. Bu sınırlar dahilinde sakın bütün İslami kavimler, yekdiğerine karşı milli ve mahalli hukuk ve karşılıklı güvence esası üzerine ortak vatanı müdafaa ve muhafazada birleştirmişlerdir. Bu sınır dahilinde bulunan Müslüman olmayan azınlıkların siyası hakları, memleket birliğini ve siyasi dengeyi ihlal etmeyecek şekilde teyit olunacaktır. Arap memleketlerinin bağımsız olarak alacağı şekil ve mevcu

En Büyük İstanbul Yangını

EN BÜYÜK İSTANBUL YANGINI      İstanbul fetihten itibaren imar edilegelmiş ve yüz yirmiden fazla saray ve konak şehrin güzelliklerine güzellik katmıştı. Şehirde her biri mimari şaheser olan kervansaraylar, hamamlar, hankahlar, tekkeler, medreseler, hanlar, imaretler, mescitler ve camiler bulunuyordu. Şehir şimdiye kadar birçok yangın geçirmiş fakat yeniden inşa edilerek eski güzelliğine kavuşturulmuştu. Ancak 24 Temmuz 1661'de çıkan yangın tütün tiryakisinin evinden çıkıp çeşitli kollara ayrılmıştır. Takriben 39 saat süren bu büyük yangın, Bayezid, Süleymaniye, Şehzadebaşı, Fatih, Molla Gürani, Uzunçarşı, Mahmud Paşa, Hoca Paşa, Tahtakale, Sultan Ahmed ve Unkapanı semtlerini yakıp kül ettikten sonra Marmara sahiline ulaşmış ve buraları da yakmıştı. Birçok insan hayatını kaybederken binlerce hayvan da telef olmuştur. Hatta açlık baş göstermiş ve halk arasında veba salgını başlamıştı.   KAYNAKÇ.A Prof.Dr. Hakkı Dursun YILDIZ, Doğuştan Günümüze İslam Tarihi 11.cilt, ZAMAN

Ak Şemseddin'in Fatih Sultan Mehmed'e Yazdığı Mektup

AK ŞEMSEDDİN'İN FATİH'E YAZDIĞI MEKTUP   20 Nisan deniz yenilgisi üzerine Ak Şemseddin'in 21 Nisan'da Sultan Mehmed'e hitaben yazdığı mektubun analizi, o günlerin fetihte kesin bir dönüm noktası olduğunu ortaya koymaktadır. Mektubun metni şöyledir: 1) Selamdan sonra, 2)  düşman gemilerinin neden olduğu olay, yüreğimizde hayli kırgınlık ve kedere neden oldu, bir fırsat 3)  görünürdü, kaybolduğundan aykırı bazı durumlar kendini gösterdi. Birincisi, kafirler sevinip şamata yaptılar; 4)  ikincisi, verdiğiniz kararınızda size noksan düşünce ve bu kararı gerçekleştirmede hükmünüzü yürütemediğiniz ileri sürüldü. 5)  üçüncüsü, beni ettiğim duanın yerine gelmemesi ve verdiğimiz müjdenin itibarsız olması ve bunun gibi birçok aykırı şeyler. 6) Bu durumda ne yapmalı, her şeyden önce, görmezden gelme ve acımayı bir yana bırakmak gerek. Bunun gibi ağır bir durum ortaya çıktığında iyi araştırıp bu aykırılık ve gevşeklik kimden kaynaklanmıştır, 7)  ortaya çıkarıp azletme ve

Bir Osmanlı Gücü: YENİÇERİLER

YENİÇERİLER   Orhan Gazi, kardeşi Alaattin ve Şeyh Edebali'nin bacanağı ve bu nedenle kendisininde yakını sayılan Çandarlı Halil Paşa ile görüşüp danışarak Kara Halil'in bir görüşünü benimsedi. Bu Düşünce, Müslümanlığı kabule zorlanacak Hristiyan çocuklardan meydana gelen bir ordu kurulmasından ibaretti. "Bütün doğanlar, İslam yaratılışı üzere üzerine doğarlar." hadisine olan inançla hareket etmeleri ve yenenlerin yenilenlerin üzerinde hak sahibi olduklarına inanmaları dolayısıyla, böyle bir kuruluşla Hristiyan çocuklarını asker saflarına almanın, onların da her iki dünyada kurtulmalarına hizmet olacağı düşünüldü. Çandarlı'nın düşüncesine göre, Hristiyan çocuklardan bir ordu oluşturmak, onları İslam'ı kabul etmeye teşvik edeceği gibi, bu yeni askerler, sadece yenilen ulusların çocuklarından değil, sonradan Müslüman olanlara akrabalık veya dostluk bağıyla bağlı olan ve vadedilen ödüllere kapılarak, kendilerine katılmak için ülkelerini terk edecek Hristiyanlarda